Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

cansen@leburo.com

Tüm Yazıları

Yaza yaza yaz geldi!

Ne gelmesi, geldi de geçiyor bile! Temmuzu bitirdik, Ağustos da toparlanır gider bu gidişle!

Ne tuhaf değil mi, bütün bir yıl yazın gelmesini bekliyoruz hasretle! Soğuk havalarda, günün karanlığa erkenden koştuğu aylarda güneşin, denizin, tatilin hayalini kuruyoruz. Planlar hep ‘önümüzdeki’ o yaza göre yapılıyor, paralar ‘önümüzdeki’ o yaz için biriktiriliyor. Tüm ertelemelerin bahanesi işte o ‘önümüzdeki’ yaz, e yani karda- kışta-soğukta ne yapacağız! Hayal kurup gün sayacağız!

Haberin Devamı

Sayılacak gün kalmayıp da o meşhur ‘önümüzdeki’ yaz gelip çatınca bir kaos bir panik almıyor mu sizi de? Günler- geceler, aylar-mevsimler boyu düşlediğimiz, planlar- programlar yaptığımız o yaz gelmiş işte ve o kadar hızlı geçiyor ki ne yapsanız nafile! Zaten sıcaklara söylenmekten, nemden şikayet etmekten yazın keyfini de pek yaşayamıyoruz da neyse! 

Aman canım biraz da iyi tarafından bakın, kışın soğuktan donduğunuz, eldiven-atkılara dolandığınız zamanları hatırlayın! Herkes hazır bir yerlerde, tatilde- memleketteyken siz de kendinizi sessize alın!

Mümkünse işleri rölantide, dertleri askıda bırakın, kısacık bir mevsimin tadını çıkarın!

Hiç düşündünüz mü yaz olmasa nasıl olurdu acaba? Upuzun bir kışın ardından gelmeyen bir yaz?

Böyle bir şey olmuş daha önce! 1816 yılında yaz mevsiminin yaşanmadığını biliyor muydunuz? Kanada harici tüm Kuzey Yarım Küre’de bulunan ülkeler, bu tarihte uzun bir kış geçirmişler. Öyle ki yaz gelmediğinden hasat da yapılamamış ve ciddi bir kıtlık yaşanmış, insanlar yiyecek bulmakta çok zorlanmış. O sene yaz mevsiminin gelmeyişinin sebebi ise 1815'te Hollanda Doğu Hint Adaları'ndaki Tambora Yanardağı'nın güçlü şekilde patlamasından kaynaklanıyormuş. Patlama, volkanik kül ve gazın atmosferi örtmesine, güneşi kısmen kapatmasına ve dünyanın birçok şehrini birkaç yıl boyunca etkileyen bir iklim değişikliğine neden olmuş. Allah bir daha göstermesin, bir yazımız var onu bizden esirgemesin!

Aaaa bakın yaz demişken bilimsel bir anektod da eklemeden geçmeyeyim; Fransa’nın başkenti Paris’te bulunan ve neredeyse şehrin simgesi olan Eiffel Kulesi'nin, yaz aylarında 16 santimetreden fazla uzadığını biliyor muydunuz? Kule normalde 7.000 metrik ton demirden oluşuyor ve sıcaklıkta meydana gelen genleşmeden ötürü boyu uzuyor. Kış geldiğinde de büzülme sayesinde stabil boyutuna geliyor. İnşası sırasında hesaplanan bu genleşme ve büzülme hareketleri, kulenin mimari önemini gözler önüne seriyor!

Haberin Devamı

Tabi bu arada hazır ağustos gelmişken yıllarca karınca karşısında aşağılanan, tembellikle yaftalanan ağustos böceğine de haksızlık ettiğimizi bildirir, nezdinizde itibarını kendisine iade etmek isterim. Şöyle ki; Toprak altında yaşayan ağustos böcekleri ağaç kökleri ve öz suyu emerek beslenirlermiş. 17 sene toprak altında kalan ağustos böceği yeryüzüne çıktıktan sonra sadece 4 haftalık ömre sahipmiş. Bu 4 haftayı da eş arayarak geçiren ağustos böceği eşleştikten sonra ölürmüş. Yani kışın yaşamayacağını bir şekilde içgüdüsel olarak bildiği için yiyecek biriktirme derdine düşmezmiş. Haklı mı?  Gayet de haklı, ah be La Fontaine! Yıllarca kötü bildik ağustos böceğini, sorumsuzlukla suçladık sayende! Yatacak yerin yok senin, diyeyim de!

Haberin Devamı

“Devedikenleri çiçek açmışsa/ Ağustos böcekleri türkülerine başlamışsa/ Bir kayanın gövdesine uzanmalı insan!” demiş şair Hesiodos!

Aylarca sayıkladığımız ‘önümüzdeki’ yaz gelmişken hatta son ayına girmişken kısa bir ağustos molası istiyorum ben de sizden! Şairi dinleyeceğim ben de, uzanacağım bir kayanın gövdesine, sarılacağım güneşin sarısına, denizin mavisine! Ve şarkıdaki gibi; Geleceğim Eylülde!

O zamana kadar iyi bakın kendinize, özleyin beni de!

İçine bolca mavi karıştırılmış, güneşe batırılmış, tuzlu, eğlenceli, keyifli, aşklı meşkli bir yaz diliyorum hepinize!

Sonbaharda görüşmek üzere!

………………………………………*………………………………..

Diğerkâm;

Sevgili diğerkâm’lar!

Bugüne kadar çeşitli sıfatlarla anıldık, ‘iyiniyetli’ diyenler de oldu bize, ‘salak’ diyenler de!

‘Tribünlere oynuyorsunuz’ diyen hadsizlerle de karşılaştık, ‘iyilikle enayilik arasında çok ince bir çizgi vardır’ diyen çokbilmişlerle de! Hiçbir sıfata giremediğimizi sanırken iyi kalbimize bir isim bulmaya çalışırken denk geldim bu kelimeye! Boşuna aramışız bir ad bulmak için kendimize, Türk Dil Kurumu, bu işi çoktan halletmiş bile!

Diğerkâm; Sözlük anlamı “Özgeci, özgecil” Öztürkçesi, bencilliğin (egoizm) karşıtı!. Başkalarının yararını da kendi yararı kadar gözetme ya da diğer insanlara maddi veya manevi kişisel çıkar gözetmeksizin yararlı olmaya çalışma ve ‘bencillik karşıtı hareketler’de bulunma denebilir. O kadar zarif o kadar hassas bir sözcük ki cümlede kullanmaya kıyamıyor insan! Keşke diğerkâm olan insanlara da kıyılmasa, bilinse kıymetleri değil mi ama!

Herkesin birbirini kandırdığı, kardeşin kardeşe kırdırıldığı, ahlaksızlık ve hırsızlığın arttığı, insanların kendinden başka kimseyi umursamadığı bu çağda, diğerkâm olmak da diğerkâma rastlamak da çok kıymetli aslında! Bencil olmanın normalleştiği, dolandırıcılığın kurnazlıkla değerlendirildiği bir dönemde ‘sencil’ olmanın önemi, acaba bir gün anlaşılabilecek mi?

Ya şimdi böyle deyince de saçını süpürge eden, kölelik müessesesine itibar eden bir grup insan canlandı gözümde(!) Öyle bir şey değiliz biz diğerkâm’lar canım! Kendi ihtiyaçlarımızı bir kenara itip yalnızca başkalarının mutluluğunu sağlamaya çalışmıyoruz Başkalarını da kendimiz kadar seviyoruz ya da başkalarının yararını da kendi yararımız kadar gözetiyoruz. “Eeee 40 yıllık empatiyi, başka adla mı kaktıracaksın bize?” demeyin! "Diğerkâm" olmakla "Empati" yapmak, birbirinden farklı kavramlar!

Diğerkâm'da, bencil olmama, başkalarını da düşünme hali var! Empati ise kendini başkalarının yerine koymak demek! Yani birinde kalben duyarlılık gösteriyorsun diğerinde de zihnen davranışını belirliyorsun! Sadece kendi derdiyle değil karşındakininkiyle de dertlenen, onun acısını içinde hisseden, ‘kendi’sinden çıkarak diğerinin hakikatini hisseden bir ruh hali! Ve bu, bizi olduğumuzdan çok daha iyi bir insan yapan bir hal! Böyle olmaya çalışın ya da varsa etrafınızda böyleleri, bilin kıymetini bari!

Çünkü moralinizi bozmak gibi olmasın ama;

“O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Biz de demirin tuncuna, insanın piçine kaldık!”, Yaşar Kemal’in dediği gibi!...

…………………………………*………………………………….

Dil Kurumu, halletti sorunu;

Türk Dil Kurumu’ndan bahsetmişken gündeme damgasını vuran kararından ve bazı kelimeleri kaldırdığından bahsetmek istiyorum müsaadenizle!

Türk Dil Kurumu, TDK Sözlüğü'nün 12. baskısında bazı değişikliklere gitti. Bazı kelimelerin yazımlarında değişiklik yaptı. Ayrıca bu zamana kadar 'cinsiyetçi' olduğu için tartışma yaratan bazı kelimeler de  sözlükten kaldırıldı.

Yakın zamanda sözlüğe eklenen “Türkiye’de yaşayan halk ve bu halkın soyundan olan kimse” anlamına gelen  ‘Türkiyeli’ sözcüğü,  gelen tepkiler sonucu kaldırıldı. Soracak olursanız kaldırılma kararı, gayet mantıklı! Zira ‘Türk’ sözcüğü, bu anlamı ziyadesiyle karşılıyor kanımca!

Ama devamı daha güzel;

Yıllardır gösterilen tepkiler ve toplanan imzalar sonrasında, özellikle kadınlara yönelik cinsiyetçi ifadeler içeren “Müsait, Kirli, Esnaf ve Serbest” kelimelerinin anlamları kaldırıldı. Bu, kadınların toplum önündeki itibarı açısından verilmiş önemli bir karar, ayakta alkışlanmalı!

Farkında mısınız küfürler, kullanılan argo kelimeler hep kadınlar üzerinden yürüyor! Sinkaflı her cümleye ana-bacı-avrat ekleniyor! Neden bilmem her olaya- kendileriyle hiç ilgisi olmasa bile- kadın karıştırılıyor! Tarih boyunca trajik, sosyo-kültürel ve politik anlamda kadim ve büyük bir problem olan kadına yönelmiş şiddet, özünde tüm toplumsal eşitsizlikleri bünyesinde barındıran cinsiyetçi bir şiddet olarak kabul ediliyor!

Dil, hem bir güç maalesef hem de bir iktidar aracı! Anlamlar kelimelere dönüşürken erkek egemenliğinin, yönetme- idare etme- ele geçirme çabasının silahı olmuştur hep! Peki onca güçlerine, sahip oldukları ayrıcalıklara, böbürlendikleri akılları ve kaslarına rağmen kadınlarla uğraşıp duruyorlar?

Çünkü korkuyorlar! Kadınların o sessiz, asil duruşlarının altında yatan bin kaplan gücünü biliyorlar, çekiniyorlar! Ve bence de haklılar!

O zaman şu sözü de buraya bırakayım, ihtiyacı olanlar alsınlar;

“İnsanların gülüşlerini çalanlar, ağlamaya mahkumdurlar!

…………………………..*………………………………………..

HAFTANIN EN’LERİ;

Haftanın Yangını; Yunanistan’ın dünyaca ünlü turistik adası Rodos Adası'nda çıkan orman yangınları nedeniyle binlerce kişi tahliye edilirken, adaya yapılan uçuşlar iptal edildi! Adaya yapılması planlanan uçuşlar iptal edilirken insanların karton kutuların üzerinde yattığı ve zorunlu ihtiyaçlarda yetersizlikler olduğu uyarısı yapıldı! Yıllarca ülkemizi, ağaçlarımızı yakıp kül eden yangınlar, şimdi komşu’ya sıçradı! Allah yardımcıları olsun ve buna yapanlar dilerim tez zamanda cezalarını bulsun!

Haftanın Rekabeti; 2023'ün en iddialı filmlerinden olan 'Barbie' ve 'Oppenheimer', filmleri sonunda vizyona girdi! Daha çıkmadan birbirleriyle kıyasıya bir rekabet içinde olan bu iki filmin gişe hasılatları da merak ediliyordu tabi! Ve sonuçta pembe’nin fendi, atom bombasını yendi! 'Barbie', dünya çapı gişe hasılatında 'Oppenheimer'ı ikiye katladı! Kız çocukları, beyaz perdeye ağırlığını koydu, oyun bozuldu! Dediğim gibi kadınlarla başa çıkmak öyle kolay değil, gördüğünüz gibi 7 yaşında olsalar bile!

Haftanın Yolculuğu; Tuhaf gelecek belki ama bir İETT otobüsünde yaşandı! Kadıköy'de çift katlı bir İETT otobüsünün üst katında yolculuk yapan grup, yol boyu şarkı söyleyip dans etti. Otobüsteki bazı yolcular grubun dansını şaşkınlıkla karşılarken, bazıları da onlara eşlik etti. Grubun bu eğlencesi sosyal medyaya aksetti! Valla ne iyi yapmışlar, bu trafik derdi de başka türlü çekilmezdi!

Haftanın Kuralları; Dünyada farklı ülkeler, bu ülkelerin de birbirinden ilginç ve farklı sofra kültürleri var! Öyle ki bu kültürlerin bazıları bu kurallara fazlasıyla bağlı, uyulmaması hoş karşılanmıyor! Misal Tayland’da restaurantta dilediğiniz yemeği sipariş edemiyormuşsunuz. Sofra kuralına göre ne yeneceğine karar verecek kişi sofradaki en yaşlı kişiymiş! Keza Mısır’da yemeğe tuz atmak aşçılara büyük hakaretmiş! Çin’de de tabaktaki yemeğin hepsini bitirmemek önemliymiş! Tabakta bırakılan son birkaç lokma, ev sahibini onurlandırmak ve teşekkür etmek içinmiş! Ah canım memleketim, değerini bir kez daha bilelim!

Haftanın Tanısı; Yeni bir psikolojik rahatsızlığın adı! Depersonalizasyon – Derealizasyon kısa adıyla DPDR, kişinin kendisinden, düşüncelerinden, hislerinden ve hatta bedeninden kopmuş gibi hissetmesi, kendine yabancılaşma haliymiş! Bu hastalıkta kişi genellikle 3. bir gözlemci gibi dışarıdan kendisini izlediğini hissediyor, düşünceleri ve davranışları üzerinde hissizleşip kontrolünü kaybediyormuş! Valla yeni yeni virüsler yeni psikolojik rahatsızlıklar derken Allah muhafaza sanki delilik de normalleşecek gibi!

CANSEN ERDOĞAN